Uzman Klinik Psikolog Hatice Büşra Kara 05333738123
SOSYAL FOBİLER
28/02/2021
Sosyal fobi durumunun
karakteristik bir ya da birden çok sosyal durumda (örneğin, bir topluluğa karşı
konuşma, toplum içinde yemek yeme ya da yazma) kişiyi yetersiz kılan
korkulardır. Bu gibi durumlarda kişi başkalarının dikkatli bakışlarına ve potansiyel
olumsuz değerlendirmelerine maruz kalmaktan ve/veya utanç verici ya da küçük
düşürücü bir şekilde davranmaktan korkmaktadır. Bu korkular yüzünden de sosyal
fobisi olan insanlar ya bu gibi durumlardan kaçınmakta ya da büyük bir rahatsızlık
yaşamaktadırlar. Sosyal fobinin en yaygın tipi topluluğa karşı konuşmadır. DSM’
de sosyal fobinin genelleştirilmiş sosyal fobi olarak anılan bir alt tipine
de yer verilmektedir. Genelleştirilmiş sosyal fobi olanlarda çoğu sosyal
durumda kayda değer korkular görülmektedir. Sosyal fobi tanısına çok
sık rastlanmaktadır. Yapılan çalışmalarda nüfusun %12’sinin yaşamlarının bir
döneminde sosyal fobi tanı ölçütlerini karşılayacağı tahmin edilmektedir. Bu
bozukluk erkeklere oranla kadınlar arasında biraz daha sık görülmektedir. Sosyal
fobisi olanların yaklaşık %60’ı kadındır. Büyük çoğunlukla çocuklukta başlayan
spesifik fobilerin aksine, sosyal fobi tipik olarak daha geç bir dönemde, ergenlik
ya da erken yetişkinlik döneminde başlamaktadır. Sosyal fobisi olanların yarısından
fazlasında yaşamlarının bir döneminde bir ya da birden fazla kaygı bozukluğu ve
yaklaşık olarak yarısında eşzamanlı depresif bozukluk görülmektedir. Yaklaşık
olarak üçte biri kaygıyı azaltmak ve korktukları durumla yüzleşebilmek için
alkol kullanmaktadır (örneğin, bir partiye gitmeden önce içki içmek). Ayrıca,
yaşadıkları rahatsızlık ve sosyal durumlardan kaçınmaları nedeniyle, sosyal fobisi
olan insanlarda bir işte çalışma oranı, ortalama olarak daha düşük olmakta ve
sosyoekonomik statülerinin de daha düşük olduğu görülmektedir. Bozukluk belirgin
bir şekilde inatçı olmaktadır. Bir çalışmada 12 yıllık bir sürede kendiliğinden
iyileşenlerin oranının yalnızca %37 olduğu görülmektedir. Sosyal fobilerde
genellikle evrimsel etkenlerin şekillendirdiği öğrenilmiş davranışlar rol
oynamaktadır. Bu tip bir öğrenme çoğunlukla genetik ya da mizaç bakımından risk
altında olan insanlarda etkili olmaktadır. Spesifik fobiler gibi,
sosyal fobiler de genellikle doğrudan ya da vekaleten klasik koşullanmanın
yaşandığı basit olaylardan kaynaklanmaktadır. Sosyal bir yenilgi ya da aşağılanma
olarak algılanan bir durumu yaşamak, böyle bir duruma tanık olmak, öfke ve
eleştiriye tanık olmak ya da bunların hedefinde bulunmak bu olaylara örnek
gösterilebilir. Genelleştirilmiş sosyal
fobisi olanlarda anne babanın toplumsal açıdan kendilerini yalıtmış olma, kaçınması
davranma ve sosyalleşmeyi değersiz görme olasılığı özellikle yüksektir. Harvey
ve diğerlerine göre de (2005) sosyal fobisi olan birçok kişi sorunun akranlara
uyum sağlayamama durumu yaşanan bir dönemde başladığını söylemektedir. Yine de
spesifik fobilerde olduğu gibi, sosyal durumlarda doğrudan ya da vekaleten
koşullanma yaşayan, sosyal açıdan kaçınma sergileyen anne baba tarafından
yetiştirilen ya da akranlarıyla sorun yaşayan herkesin sosyal fobi
sergilemediğini de belirtmek gerekmektedir. Bunun nedeni, sosyal fobinin
gelişmesinde, spesifik fobilerde olduğu gibi bireysel farklılıkların önemli bir
rol oynamasıdır. Üç ikiz çalışmasında elde
edilen sonuçlar sosyal fobide ortalama bir genetik katkı olduğunu göstermekte
ve tahminlere göre sosyal fobi yatkınlığındaki farklılıkların yaklaşık %30’u
genetik etkenlerden kaynaklanmaktadır. (Hettema ve diğerleri,2005b) Bununla
birlikte, yine bu üç çalışmaya göre sosyal fobi gelişimindeki farklılıkların
daha da büyük bir oranı paylaşılmayan çevresel etkenlerden kaynaklanmakta ve bu
da öğrenmenin güçlü rolü ile tutarlı olmaktadır. KAYNAKÇA Harvey, A. G., Schmidt, D. A., Scarnà, A., Semler, C. N.,
& Goodwin, G. M. (2005). Sleep-Related Functioning in Euthymic Patients
With Bipolar Disorder, Patients With Insomnia, and Subjects Without Sleep
Problems. The American Journal of Psychiatry, 162(1), 50–59. Hettema, J., Steele, J., & Miller, W. R. (2005). Motivational
interviewing. Annual Review of Clinical Psychology, 1(1), 91–111. Kessler, R. C., Berglund, P., Demler, O., Jin, R.,
Merikangas, K. R., & Walters, E. E. (2005). Lifetime Prevalence and
Age-of-Onset Distributions of DSM-IV Disorders in the National Comorbidity
Survey Replication. Archives of General Psychiatry, 62(6), 593–602. Kessler, R. C., Chiu, W. T., Demler, O., & Walters, E. E.
(2005). Prevalence, Severity, and Comorbidity of 12-Month DSM-IV Disorders in
the National Comorbidity Survey Replication. Archives of General
Psychiatry, 62(6), 617–627. Uzman Klinik Psikolog Hatice Büşra
KARA busra.kara@icloud.com |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
DEPRESİF GENÇLER VE DEPRESİF EBEVEYNLER - 01/02/2024 |
Depresif gençler ve depresif ebeveynler, günümüzde sıkça karşılaşılan bir sorundur. Depresyon, hem gençlerin hem de ebeveynlerin yaşam kalitesini, sağlığını ve ilişkilerini olumsuz etkileyebilen ciddi bir ruh sağlığı bozukluğudur. |
OKUL ÖNCESİ DÖNEMİ ÇOCUKLARA CİNSEL EĞİTİM - 25/04/2022 |
Çocukların kendi fiziksel özellikleri hakkında bilgi vermek, karşı cinsten hangi açılardan farklı olduğunu aktarmak, iyi ve kötü dokunuşları ayırt edebilmesini öğretmek gerekir. |
HAYIR DİYEMEMEK NASIL İLETİŞİM VE İLİŞKİ SORUNLARI YARATIR? - 25/03/2022 |
Bir insan karşısındaki kişiye hayır diyemiyorsa öncelikle neden hayır diyemediğini bulması gerekmektedir. Bu durumda ya bir beklenti vardır ya da o kişiyle ilgili korkup kaygılanılan bir şey vardır. |
BİLİŞSEL ÇARPITMALAR - 21/01/2022 |
Bilişsel çarpıtmalar, bireyin duygularını ve bununla bağlantılı fizyolojik ve davranışsal tepkilerini etkileyen, herhangi bir durum değil, o duruma ilişkin kişinin yaptığı yorumlardır. |
EBEVEYN TUTUMLARI - 24/11/2021 |
Ebeveynliğin biyolojik yönü doğrudan çocuğun genetik özelliklerinin temel belirleyeni olarak ifade edilebilirken, bakıcılık anlamındaki ebeveynlik çocuğun gelişimini ve deneyimlerini şekillendirmeyi nitelemektedir. |
DİKKAT EKSİKLİĞİ HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU (DEHB) - 18/10/2021 |
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), nörogelişimsel bir bozukluk olarak tanımlanmaktadır. Çocuklukta yaygın bir şekilde görülen önemli oranda bilişsel, ailevi, sosyal ve davranışsal zayıflığa ilişkin kalıtsal bir bozukluktur. |
KARANTİNA SÜRECİ DÜŞÜNCELER - 11/08/2021 |
Korona testimin pozitif çıkmasından sonra geçirdiğim ve hala geçirmekte olduğum karantina sürecinde aklımdan geçirdiğim birtakım düşünceleri sizlere de aktarmak istedim. |
EGO KİMLİK SÜRECİ - 12/07/2021 |
Kimlik; bireyin kendini yaşayışı yani birey olarak benzersiz ve kendine özgü bir tarz içinde var olması ve bu tarzın süreklilik göstermesidir. Kendiliğinden ve doğal olarak oluşan temel belirli yaşantılarımızın birleşimi kimlik duygusunu oluşturmakta |
EVLİLİKTE PROBLEM ÇÖZME - 21/06/2021 |
Evliliğin, kimi zaman duygusal rahatsızlıklara, gerilim ve çatışmalara da yol açtığı bilinmektedir. İşte tam da bu noktada sorunlar, gerilim ve çatışmalara karşı uyum için eşlerin problem çözme becerilerinin devreye girmesi gerekmektedir. |
Devamı |